Parkinson hastalığı, sinir sistemini etkileyen ve vücudun hareketlerini kontrol eden yeteneğini kademeli olarak bozan ilerleyici bir nörolojik bozukluktur. Dünyada milyonlarca insanı etkileyen bu yaygın hastalık, yaşla birlikte görülme sıklığı artan bir durumdur. Tahminlere göre, 60 yaş üstü nüfusun yaklaşık %1’inde Parkinson hastalığı teşhis ediliyor ve bu oran 80 yaş üstünde önemli ölçüde artmaktadır. Hastalığın kesin nedeni bilinmemekle birlikte, çeşitli faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir. Genetik yatkınlık, çevresel etkenler ve yaşlanma süreci, Parkinson hastalığı gelişimiyle ilişkilendirilmiştir. Hastalığın ilerleyici doğası, yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyerek günlük aktiviteleri zorlaştırmakta ve bağımsızlığı tehdit etmektedir.
Parkinson hastalığının belirtileri genellikle kademeli olarak ortaya çıkar ve kişiden kişiye değişkenlik gösterir. En yaygın belirtiler arasında titreme (tremor), sertlik (rigidity), yavaş hareket (bradykinesi) ve denge sorunları yer alır. Titreme genellikle başlangıçta bir elde veya kolda görülür ve istirahat halinde daha belirgindir. Sertlik, kasların kasılması ve hareket kabiliyetinin kısıtlanmasıyla karakterizedir. Yavaş hareket, günlük aktivitelerin, örneğin giyinme, yemek yeme ve yürüme gibi basit hareketlerin gerçekleştirilmesinde zorluklara neden olur. Denge bozukluğu ise düşme riskini artırarak ciddi yaralanmalara yol açabilir. Bunların yanı sıra, Parkinson hastalığı, konuşma bozuklukları (disfoni), yutma güçlüğü (disfaji), uyku bozuklukları, depresyon ve hafıza sorunları gibi diğer semptomlarla da kendini gösterebilir. Bu belirtilerin şiddeti zamanla ilerledikçe, günlük yaşamda bağımsızlığı sürdürmek giderek zorlaşır ve hasta yakınlarının desteğine ihtiyaç duyulur.
Parkinson hastalığının teşhisi, hastanın tıbbi öyküsü, nörolojik muayene ve bazı durumlarda görüntüleme teknikleri kullanılarak yapılır. Net bir tanı koymak için kesin bir test bulunmamaktadır. Teşhis, karakteristik belirtilerin varlığına ve diğer nörolojik hastalıkların olasılığının dışlanmasına dayanır. Erken teşhis ve tedavi, hastalığın ilerlemesini yavaşlatmada ve yaşam kalitesini korumada son derece önemlidir. Günümüzde Parkinson hastalığı için kesin bir tedavi bulunmamakla birlikte, semptomları kontrol altına almak ve hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak için çeşitli tedavi yöntemleri kullanılmaktadır. Bu yöntemler arasında ilaç tedavisi, fizik tedavi, mesleki terapi ve cerrahi müdahaleler yer almaktadır. İlaç tedavisi, dopamin seviyelerini artırmayı veya dopamin reseptörlerini uyarmayı hedefleyen ilaçları içerir. Fizik tedavi ve mesleki terapi ise motor fonksiyonları iyileştirmeye ve günlük yaşam aktivitelerinde bağımsızlığı korumaya yardımcı olur. Bazı durumlarda, derin beyin stimülasyonu gibi cerrahi yöntemler de uygulanabilir.
Bu çalışma, Parkinson hastalığının nedenlerini ve mevcut tedavi yöntemlerini detaylı bir şekilde ele alacaktır. Hastalığın patofizyolojisi, risk faktörleri, teşhis yöntemleri ve farklı tedavi yaklaşımları hakkında kapsamlı bilgi sunmayı hedeflemektedir. Ayrıca, gelecekteki araştırma alanları ve yeni tedavi seçeneklerinin potansiyeli de tartışılacaktır. Bu bilgiler, Parkinson hastalığı ile mücadele eden bireyler, aileleri ve sağlık profesyonelleri için yararlı bir kaynak oluşturmayı amaçlamaktadır.
Parkinson Hastalığının Nedenleri
Parkinson hastalığı, beyindeki dopamin üreten hücrelerin kademeli olarak ölmesiyle karakterize edilen, nörodejeneratif bir hastalıktır. Bu hücrelerin kaybı, hastalığın temel belirtileri olan titreme, sertlik, yavaş hareket (bradikinezi) ve denge problemlerine yol açar. Hastalığın kesin nedeni bilinmemekle birlikte, genetik faktörler, çevresel etkenler ve yaşlanma gibi birden fazla faktörün bir araya gelmesiyle ortaya çıktığı düşünülmektedir.
Genetik faktörler, Parkinson hastalığının gelişiminde önemli bir rol oynar. Aile öyküsünde Parkinson hastalığı olan bireylerde hastalığı geliştirme riski daha yüksektir. Ancak, hastalığın genetik temeline sahip olmanın bile hastalığı garantilemediğini belirtmek önemlidir. Birçok genin, hastalığın gelişiminde küçük bir artışa katkıda bulunduğu düşünülmektedir. Örneğin, LRRK2, GBA, SNCA ve PARK2 genlerindeki mutasyonlar, Parkinson hastalığı riskini artırabilir. Bu genlerin mutasyonlarının oranı, dünya genelinde değişiklik göstermektedir ve bazı popülasyonlarda daha yüksek oranda görülmektedir. Araştırmacılar, bu genlerin nasıl dopamin üreten hücrelerin ölümüne yol açtığını anlamak için çalışmaktadırlar.
Çevresel faktörler de Parkinson hastalığına katkıda bulunabilir. Pestisitler, ağır metaller (örneğin, kurşun ve mangan) ve bazı toksik kimyasallar gibi maddelere maruz kalmanın Parkinson hastalığı riskini artırdığına dair kanıtlar vardır. Bununla birlikte, bu ilişkinin kesin mekanizması henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Ayrıca, kafa travmasının da Parkinson hastalığı riskini artırdığı gösterilmiştir. Bu travmaların beyindeki dopamin üreten hücrelere zarar vererek hastalığın gelişimine katkıda bulunabileceği düşünülmektedir. Sigara içenlerin Parkinson hastalığı geliştirme riskinin daha düşük olduğu bazı çalışmalar da mevcuttur, ancak bu konuda daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.
Yaşlanma, Parkinson hastalığının en önemli risk faktörlerinden biridir. Hastalığın büyük çoğunluğu 60 yaşından sonra teşhis edilir ve yaş ilerledikçe hastalığın görülme sıklığı artar. Yaşla birlikte beyindeki hücrelerin doğal olarak bozulması ve işlev kaybı, Parkinson hastalığı gelişimine katkıda bulunabilir. Ancak, yaşlanmanın Parkinson hastalığına neden olan tek faktör olmadığını vurgulamak önemlidir. Çoğu insan yaşlanır ancak Parkinson hastalığı geliştirmez.
Sonuç olarak, Parkinson hastalığının nedeni tek bir faktöre bağlanamaz. Genetik yatkınlık, çevresel faktörler ve yaşlanma gibi birden fazla faktörün karmaşık bir etkileşimi, bu yıkıcı hastalığın gelişiminde rol oynar. Araştırmacılar, hastalığın kesin nedenini ve ilerlemesini anlamak ve etkili tedavi yöntemleri geliştirmek için çalışmalarını sürdürmektedirler. Dünya genelinde yaklaşık 10 milyon insanın Parkinson hastalığına sahip olduğu tahmin edilmektedir ve bu sayının gelecek yıllarda artması beklenmektedir.
Parkinson Hastalığının Belirtileri
Parkinson hastalığı, beyinde dopamin üreten hücrelerin kademeli olarak kaybına bağlı olarak gelişen, ilerleyici bir nörolojik hastalıktır. Bu kayıp, hareket kontrolünü etkileyen bir dizi motor ve non-motor belirtiye yol açar. Belirtiler genellikle yavaşça başlar ve yıllar içinde giderek kötüleşir. Hastalığın başlangıcı genellikle 60 yaşından sonra görülür, ancak erken başlangıçlı Parkinson hastalığı vakaları da mevcuttur. Dünya genelinde tahmini 10 milyon insan Parkinson hastalığı ile yaşamaktadır ve bu sayının yaşlanan nüfusla birlikte artması beklenmektedir.
Motor belirtiler, hastalığın en belirgin özellikleridir ve genellikle hareketle ilgili sorunlara neden olur. Bunlar arasında en yaygın olanları şunlardır: titreme (tremor), özellikle dinlenme halinde; kas sertliği (rijidite), kasların hareket etmesine direnç göstermesi; bradikinezi, hareketlerin yavaşlaması ve başlatılmasında zorluk çekilmesi; postural instabilite, denge problemleri ve düşme riski. Örneğin, bir Parkinson hastası, bir bardağı ağzına götürmekte veya düğmesini iliklemekte zorlanabilir. Titremenin genellikle bir elde başlaması ve daha sonra diğer ele yayılması yaygındır. Kas sertliği, eklemlerin hareket etmesinin kısıtlanmasına ve ağrıya neden olabilir.
Bradikinezi, Parkinson hastalığının en sakatlayıcı belirtilerinden biridir. Yüz ifadesinin azalması (mask benzeri yüz), konuşmanın yavaşlaması (hipoponi) ve küçük yazıyla yazma (mikrografi) gibi belirtiler bradikinezinin bir sonucudur. Bu belirtiler günlük yaşam aktivitelerini önemli ölçüde etkileyebilir ve hastanın bağımsızlığını kaybetmesine yol açabilir. Postural instabilite ise düşmelere ve yaralanmalara yol açabilecek ciddi bir problemdir. Dengeyi korumak ve vücut duruşunu ayarlamakta güçlük çeken hastalar sıklıkla düşerler.
Non-motor belirtiler ise motor belirtilerden daha az belirgin olabilir ancak hastalığın yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyebilir. Bunlar arasında uyku bozuklukları, kabızlık, idrar sorunları, depresyon, anksiyete, hafıza problemleri ve koku alma duyusunun kaybı (anosmi) yer alır. Bu belirtiler genellikle hastalığın erken dönemlerinde ortaya çıkabilir ve hastalığın seyri boyunca kötüleşebilir. Örneğin, uyku bozuklukları, gece boyunca tekrarlayan hareketler veya uykuya dalmada zorluk gibi formlarda ortaya çıkabilir. Depresyon ve anksiyete ise hastaların yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir ve tedavi edilmesi gereken önemli sorunlardır.
Parkinson hastalığının belirtileri kişiden kişiye değişebilir ve hastalığın evresine bağlı olarak değişir. Erken teşhis ve uygun tedavi, hastalığın ilerlemesini yavaşlatmaya ve yaşam kalitesini korumaya yardımcı olabilir. Eğer siz veya tanıdığınız biri bu belirtilerden herhangi birini yaşıyorsa, bir doktora danışmanız önemlidir. Erken teşhis ve tedavi, hastalığın ilerleyişini yavaşlatmak ve yaşam kalitesini iyileştirmek açısından çok önemlidir. Unutmayın ki bu belirtiler diğer sağlık sorunlarının da belirtisi olabilir, bu nedenle doğru tanı için tıbbi bir değerlendirme şarttır.
Parkinson Hastalığı Tedavi Yöntemleri
Parkinson hastalığı, beyindeki dopamin üretimini azaltan nörodejeneratif bir hastalıktır. Bu azalma, hastalığın karakteristik belirtileri olan titreme, sertlik, yavaş hareket (bradikinezi) ve denge problemlerine yol açar. Ne yazık ki, Parkinson hastalığı için kesin bir tedavi bulunmamaktadır, ancak semptomları yönetmek ve yaşam kalitesini iyileştirmek için çeşitli tedavi yöntemleri mevcuttur. Bu yöntemler, hastalığın evresine, semptomların şiddetine ve hastanın genel sağlık durumuna bağlı olarak kişiselleştirilir.
İlaç Tedavisi: Parkinson hastalığının tedavisinde en yaygın kullanılan yöntem ilaç tedavisidir. Bu ilaçların çoğu, beyindeki dopamin seviyelerini artırmayı veya dopaminin etkisini taklit etmeyi hedefler. Levodopa, en etkili ilaçlardan biridir ve beyinde dopamine dönüştürülerek semptomları önemli ölçüde hafifletir. Ancak uzun süreli kullanımda motor dalgalanmalar ( on-off fenomeni) ve dyskinezi (istem dışı hareketler) gibi yan etkiler ortaya çıkabilir. Dopamin agonistleri, doğrudan dopamin reseptörlerini uyararak etki gösterir ve levodopa ile birlikte veya tek başına kullanılabilirler. MAO-B inhibitörleri ve COMT inhibitörleri ise levodopanın etkisini uzatmaya yardımcı olur.
Cerrahi Tedavi: İlaç tedavisine rağmen semptomlarını kontrol altına alamayan hastalar için cerrahi seçenekler mevcuttur. Derin beyin stimülasyonu (DBS), beyindeki belirli bölgelere elektrot yerleştirilerek ve elektriksel uyarılar gönderilerek yapılır. Bu yöntem, titreme, sertlik ve bradikinezi gibi belirtileri azaltmada etkili olabilir. Talamotomi ise beyindeki belirli bir bölgenin cerrahi olarak yok edilmesini içerir ve özellikle titremeyi azaltmak için kullanılır. Ancak bu cerrahi yöntemler invazivdir ve potansiyel riskler taşır.
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon: Parkinson hastalığı tedavisinde fizik tedavi ve rehabilitasyonun önemi büyüktür. Fizik tedavi, kas gücünü ve esnekliği artırmaya, dengeyi iyileştirmeye ve hareket kabiliyetini korumaya yardımcı olur. Mesleki terapi, günlük yaşam aktivitelerini kolaylaştırmak için özel teknikler ve yardımcı araçlar sağlar. Konuşma terapisi ise konuşma ve yutma güçlüklerini gidermeye yardımcı olur. Düzenli egzersiz, özellikle yürüme egzersizleri ve dans terapisi, hastalığın ilerlemesini yavaşlatmaya ve yaşam kalitesini artırmaya yardımcı olabilir. Bir çalışmada, düzenli egzersiz yapan Parkinson hastalarının %70’inin yaşam kalitelerinde önemli bir iyileşme gözlemlenmiştir.
Diğer Tedavi Yöntemleri: Parkinson hastalığının tedavisinde diyet ve takviyeler de önemli bir rol oynayabilir. Antioksidan açısından zengin bir diyet, beyin hücrelerini korumaya yardımcı olabilir. Bazı hastalar, vitamini B6, C ve E gibi takviyelerden fayda görebilir. Bununla birlikte, herhangi bir takviye kullanmadan önce doktorunuza danışmanız önemlidir. Kognitif davranışçı terapi (CBT) ve destek grupları da hastaların duygusal ve psikolojik durumlarını iyileştirmeye yardımcı olabilir. Parkinson hastalığının tedavisi çok yönlü bir yaklaşımdır ve hastaların yaşam kalitelerini iyileştirmek için farklı tedavi yöntemlerinin kombinasyonunu kullanmak önemlidir.
Parkinson Hastalığında Yaşam Kalitesi
Parkinson hastalığı, beynin hareketleri kontrol eden bölümlerinde dopamin üreten hücrelerin kademeli olarak ölmesiyle karakterize nörodejeneratif bir hastalıktır. Bu durum, titreme, sertlik, yavaş hareket ve denge problemleri gibi çeşitli semptomlara yol açar. Ancak hastalığın etkisi sadece fiziksel semptomlarla sınırlı kalmaz; yaşam kalitesi üzerinde de önemli bir etkiye sahiptir.
Parkinson hastalığının yaşam kalitesi üzerindeki etkisi, hastalığın şiddetine, hastanın yaşına, sosyal destek sistemine ve uygulanan tedaviye bağlı olarak değişkenlik gösterir. Hastalar, günlük aktivitelerini gerçekleştirmekte zorluk çektikleri için bağımsızlıklarını kaybedebilirler. Örneğin, yemek yemek, giyinmek, banyo yapmak gibi basit eylemler bile büyük bir çaba gerektirebilir. Bu durum, öz saygı ve kendine güven duygularını olumsuz etkileyerek depresyon ve kaygı gibi ruhsal problemlere yol açabilir.
Fiziksel semptomlar dışında, Parkinson hastalığı bilişsel fonksiyonları da etkileyebilir. Hafıza problemleri, dikkat eksikliği ve yürütücü fonksiyonlarda bozulma gibi sorunlar, hastaların günlük yaşamlarını daha da zorlaştırır. Bu durum, sosyal etkileşimlerde zorluk çekmelerine ve sosyal izolasyona yol açabilir. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, Parkinson hastalarının önemli bir bölümünde depresyon ve anksiyete görülmektedir. Bu durum da yaşam kalitesini ciddi şekilde düşürmektedir. Örneğin, bir araştırma Parkinson hastalarının %30’unda majör depresyon olduğunu göstermiştir.
Yaşam kalitesini iyileştirmek için çeşitli stratejiler uygulanabilir. İlaç tedavisi, semptomları kontrol altında tutmada önemli bir rol oynar. Bunun yanında, fizik tedavi, mesleki terapi ve konuşma terapisi gibi rehabilitasyon yöntemleri, hastaların fiziksel fonksiyonlarını iyileştirmelerine ve bağımsızlıklarını korumalarına yardımcı olur. Destek gruplarına katılmak, hastaların benzer deneyimler yaşayan diğer insanlarla bağlantı kurmalarını ve duygusal destek almalarını sağlar. Aile ve arkadaş desteği de yaşam kalitesi açısından büyük önem taşır.
Parkinson hastalığı ile yaşayan kişilerin yaşam kalitesini artırmak için, hastalığın erken teşhisi ve uygun tedavi planının oluşturulması kritik öneme sahiptir. Hastaların aktif bir yaşam tarzı sürdürmeleri, sağlıklı beslenmeleri ve düzenli egzersiz yapmaları teşvik edilmelidir. Ayrıca, stres yönetimi teknikleri ve bilişsel uyarıcı aktiviteler de yaşam kalitesini olumlu yönde etkileyebilir. Sonuç olarak, Parkinson hastalığı sadece bir hastalık değil, aynı zamanda bireyin ve ailesinin yaşamında önemli değişikliklere neden olan bir durumdur. Bu nedenle, kapsamlı bir yaklaşımla hastalığın semptomları yönetilmeli ve yaşam kalitesi mümkün olan en yüksek seviyeye çıkarılmalıdır.
Parkinson Hastalığı Tanısı
Parkinson hastalığının tanısı, nörolojik muayene, tıbbi öykü ve hastanın semptomlarının değerlendirilmesine dayanır. Maalesef, hastalığın kesin bir tanısı için kullanılabilen bir kan testi veya görüntüleme tekniği yoktur. Tanı, büyük ölçüde hastanın yaşadığı belirtilerin değerlendirilmesine ve diğer olası nedenlerin dışlanmasına bağlıdır. Bu süreç genellikle zaman alıcı ve zorlayıcı olabilir, çünkü semptomlar diğer nörolojik bozukluklarla örtüşebilir.
Nörolojik muayene, doktorun hastanın motor becerilerini, denge ve koordinasyonunu, konuşma kalitesini ve yüz ifadesini değerlendirdiği bir dizi fiziksel test içerir. Doktor, titreme (tremor), kas sertliği (rigidity), bradikinezi (hareketlerin yavaşlaması) ve postural instabilite (dengesizlik) gibi Parkinson hastalığının karakteristik belirtilerini arayacaktır. Bu belirtiler genellikle vücudun bir tarafında başlar ve zamanla diğer tarafa yayılabilir. Örneğin, bir hasta başlangıçta sadece sol elinde titremenin farkına varabilir, ancak zamanla bu titremenin sağ eline de yayılması gözlemlenebilir.
Hastanın tıbbi öyküsü de tanı sürecinde çok önemlidir. Doktor, hastanın semptomların ne zaman başladığını, semptomların nasıl geliştiğini ve başka hangi sağlık sorunları yaşadığını öğrenmek için detaylı sorular soracaktır. Aile öyküsü de önemlidir, çünkü Parkinson hastalığının bazı genetik faktörlerle ilişkili olduğu bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, 65 yaş üstü kişilerin yaklaşık %1’inde Parkinson hastalığı görülmektedir ve bu oran yaşla birlikte artmaktadır. Erken tanı ve tedavi, hastalığın ilerlemesini yavaşlatmada ve yaşam kalitesini korumada önemli rol oynar.
Diğer olası nedenlerin dışlanması da tanı sürecinde kritik bir adımdır. Parkinson hastalığına benzer semptomlara neden olabilen birçok başka nörolojik bozukluk vardır. Bu nedenle, doktor diğer olasılıkları elemek için ek testler isteyebilir. Bunlar arasında beyin görüntüleme teknikleri (örneğin, manyetik rezonans görüntüleme – MRI veya bilgisayarlı tomografi – BT), kan testleri ve nörofizyolojik testler (örneğin, elektroensefalografi – EEG) bulunabilir. Bu testler, Parkinson hastalığının semptomlarına neden olan diğer olası durumları (örneğin, beyin tümörü, multipl skleroz, ilaç yan etkileri) belirlemeye yardımcı olur.
Sonuç olarak, Parkinson hastalığı tanısı, hastanın semptomlarının dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi, kapsamlı bir nörolojik muayene ve diğer olası nedenlerin dışlanmasıyla konulur. Kesin bir teşhis koymak için tek bir test yoktur, ancak bu çok aşamalı yaklaşım, doğru ve zamanında tedaviye olanak tanır ve hastanın yaşam kalitesini iyileştirmeye yardımcı olur. Erken teşhis ve tedavi, hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak ve semptomları yönetmek için son derece önemlidir.
Bu çalışma, Parkinson Hastalığı’nın karmaşık doğasını, nedenlerini ve mevcut tedavi yöntemlerini ele alarak kapsamlı bir inceleme sunmuştur. Hastalığın sinir sistemini etkileyen, özellikle dopamin üreten nöronların dejenerasyonuna bağlı progressif bir nörodejeneratif hastalık olduğu vurgulanmıştır. Genetik faktörler, çevresel faktörler ve yaşlanma gibi çeşitli faktörlerin hastalığın gelişiminde rol oynadığı belirtilmiştir. Ancak, kesin bir neden henüz belirlenmemiş olup, bu alan gelecekteki araştırmaların odak noktası olmaya devam edecektir.
Mevcut tedavi yöntemleri, semptomları hafifletmeye ve yaşam kalitesini iyileştirmeye odaklanmıştır. Levodopa gibi ilaçlar, dopaminin öncüsünü sağlayarak hastalığın motor semptomlarını kontrol etmeye yardımcı olurken, MAO-B inhibitörleri dopaminin yıkımını yavaşlatır. Dopamin agonistleri ise dopamin reseptörlerini doğrudan uyararak etki gösterir. Bunlara ek olarak, fizik tedavi, mesleki terapi ve konuşma terapisi gibi destekleyici tedaviler, hastaların günlük yaşam aktivitelerini sürdürmelerine yardımcı olur. Derin beyin stimülasyonu gibi cerrahi müdahaleler ise belirli durumlarda semptomları kontrol altına almak için kullanılabilir.
Ancak, mevcut tedavilerin hastalığın ilerlemesini durduramadığı ve yalnızca semptomları yönettiği unutulmamalıdır. Bu nedenle, hastalığın önlenmesi ve tedavisinde yeni stratejiler geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Nöroprotektif ilaçlar, gen tedavileri ve hücresel terapi gibi yeni tedavi yaklaşımları umut vadetmektedir.
Gelecek trendler arasında, kişiselleştirilmiş tıp yaklaşımıyla hastaların genetik yapısına ve hastalığın özel durumuna göre optimize edilmiş tedavi planlarının uygulanması yer almaktadır. Yapay zekâ ve makine öğrenmesi teknolojilerinin, hastalığın erken teşhisinde ve tedavi sürecinin takibinde kullanılması da büyük bir potansiyel sunmaktadır. Ayrıca, hastalığın biyobelirteçlerinin (biyomarker) keşfi erken teşhis ve hastalığın ilerlemesinin izlenmesi için önemli olacaktır.
Sonuç olarak, Parkinson Hastalığı için daha etkili ve hastalığın ilerlemesini durduracak yeni tedavilerin geliştirilmesi, gelecek araştırmaların temel amacı olmalıdır. Bu amaçla, disiplinlerarası işbirliği ve kapsamlı araştırmaların desteklenmesi büyük önem taşımaktadır. Geliştirilen yeni araştırmalar ve teknolojiler, milyonlarca Parkinson Hastalığı hastasının yaşam kalitesini önemli ölçüde iyileştirme potansiyeline sahiptir.